Kategoriler
0 Sepetim

Dünya Klasikleri: Okunması Gereken 5 Klasik Kitap

Dünya klasikleri, haklarında genellikle yeniden okuyorum sözünü işittiğimiz kitaplardır. Klasikler, gerek unutulmazlıklarıyla varlıklarını duyurduklarında, gerek kolektif ya da bireysel bilinçdışı kılığına bürünüp belleğin katmanları arasında gizlendiklerinde özel bir etki gösteren kitaplardır.

Bu yazımızda okunması gereken 10 klasik kitaptan söz edeceğiz.

1. Suç ve Ceza, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, 1866

1860’lı yılların Petersburg’unda buhran ve yokluk içerisinde bir hukuk öğrencisi olan Raskolnikov, tabuta benzeyen odasında, geçinmek için eşyalarını rehin verdiği tefeci kadını öldürme planı yapar. Ancak eyleme geçtiği sırada, yanında iyi bir insan olan kız kardeşinin olacağını hiç hesaba katmamıştır. Raskolnikov’un içine düştüğü ikilem ve psikolojik hesaplaşmalar, yüzyıllardır bütün dünyayı Tanrı’nın yokluğunda insanın sınırı ne olmalıdır sorusu ile kasıp kavurarak Rus Edebiyatı’nın en büyük eserinin doğmasını sağlamıştır.

“Heyecanını sözcüklerle de, ses tonuyla da anlatamıyordu. Daha yaşlı kadının evine giderken yolda yüreğini sıkıştırmaya, ezmeye başlayan sınırsız tiksinti duygusu şimdi öylesine büyümüş, öylesine belirginleşmişti ki, bu can sıkıntısından nasıl kurtulabileceğini bilemiyordu. Yanından gelip geçenleri görmeden, insanlara çarparak sarhoş gibi yalpalayarak yürüyordu yaya kaldırımında. Ancak bir sokak ötede biraz gelebildi kendine. Çevresine bakınınca, yaya kaldırımından merdivenle inilen bodrum kat bir meyhanenin önünde olduğunu fark etti.”

2. Savaş ve Barış, Lev Tolstoy, 1867

Savaş ve Barış, Tolstoy’un en büyük romanı olarak kabul edilir. Tolstoy, Napolyon Savaşları’nı Rus toplumuna etkileri açısından anlatırken, kahramanlarının 1820’ye kadarki gelişimlerini özetler. Yüzden fazla kişinin yer aldığı bu olaylar dizisi, daha çok dört soylu ailenin bireyleri arasındaki ilişkilerle dile getirilir.

Tolstoy’un 1854 – 1855’teki Kırım Savaşı sırasında, Türkler, İngilizler ve Fransızlara karşı çarpıştığını biliyoruz. Muhtemel ki Tolstoy, savaş meydanı betimlemelerini yaşadığı deneyimlerinden almaktadır. Tolstoy’un Savaş ve Barışı’nın bu denli güçlü bir eser olmasının en önemli nedeni, yazarın savaş ve tahakküm sorununa, savaş yaşayan insanlık durumlarına getirdiği filozofik yaklaşımdır. Eser, dramatik kurgu, çarpıcı karakterler, usta betimlemeler ve mükemmel yazılmış savaş temalı aksiyon sahneleri sunar, tüm bunların yanı sıra insanlığın varoluş sorunu dair tartışmaları da gündemimize taşır.

“Kötü ne? İyi ne? Neyi sevmek, neden nefret etmek gerekiyor? Ne uğruna yaşanmalı ve ben neyim? Yaşam ne, ölüm ne? Hangi güç her şeye hükmediyor? Bütün bu sorulara verilecek tek bir cevap vardı ve o da hiç mantıklı değildi. Öleceksin ve her şey bitecek. Öleceksin ve her şeyin cevabını öğreneceksin, ya da soru sormayı bırakacaksın. Ama ölmek de korkunçtu.”

3. Büyük Umutlar, Charles Dickens, 1861

Büyük Umutlar, Charles Dickens’ın en beğenilen, en çok okunan yapıtlarından biridir. Bu romanında yazar, insanlar arasındaki sevgisizliğe, ikiyüzlülüğe karşı çıkarken, para hırsı ve ayrımcılık üzerine kurulu toplum düzenine de acımasızca saldırır. Büyük Umutlar, yazarın canlandırdığı çok renkli, unutulmaz kahramanlarının yer aldığı bir roman. Dickens, metinlerindeki kahramanların yaşadıkları iç çatışmaları merkeze alarak mükemmel karakter analizlerine de ulaşır. Anlattığı hikayenin evrenselliği içinde gezinirken, bugünden bakıp dokunabileceğiniz şeyler bulursunuz.

“Kim tarafından yetiştirilirse yetiştirilsin, bir çocuğun içinde yaşadığı küçük dünyasındaki en ince, en hassas duygu adalet duygusudur. Bir çocuğun maruz kaldığı adaletsizlik çok küçük boyutlarda olabilir, ancak çocuk küçük bir insan olsa da içinde yaşadığı dünyada sahip olduğu her şey kendi ölçülerine göre büyüktür.”

. Yabancı, Albert Camus, 1942

Kuşkusuz ki Yabancı, Camus deyince ilk akla gelen romanıdır. Kişinin yaşama ve eylemlerine yabancılaşmasını anlatır. Cezayir’de bir rastlantı sonucu, bir Arap’ı öldüren orta sınıftan bir Fransız olan Mersault, kendisini adım adım ölüme götüren süreci kayıtsız biçimde izler. Meursault’un dış dünya ile arasına koyduğu mesafeyi okur anlamakta zorlanır. Annesinin ölümüne üzülmez, sevgilisinin onu sevip sevmediği sorusuna rahatça olumsuz cevap verir, tutuklandığında ise tutuklanma durumuna bile yabancıdır. Yabancı, 1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülür.

“Yatağımın üzerine oturdu. Özel hayatım üstüne bilgi edinmişler, annemin de geçenlerde İhtiyarlar Yurdu’nda öldüğünü öğrenmişler. Marengo’da soruşturma yapmışlar. Soruşturmayı yapanlar, anacığımın gömüldüğü gün, duygusuz davrandığımı saptamışlar. Avukatım, “Bunu size sormaya sıkılıyorum, ama ne yapalım ki çok önemli. Anlıyorsunuz ya! Verecek bir yanıt bulamazsam o zaman bu, savcılığın elinde ağır basan bir kanıt olur,” dedi.”

51984, George Orwell, 1949

George Orwell, 1946 yazında Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü yazmaya başladığında, bir yandan verem tedavisi görüyor, sık sık hastaneye yatıyordu. Romanın ilk taslağını 1947 güzünün başlarında tamamlamış, sağlığının adamakıllı kötülediği ve acı çektiği 1948’in yaz ve güzü boyunca, kitabın tümünü gözden geçirerek yeniden daktiloya çeker. Orwell, başlangıçta öykünün geçtiği yıl olarak 1980’i seçer, kitabın tamamlanması biraz da hastalığı yüzünden uzadıkça ilkin 1980’i 1982 olarak değiştirir, daha sonra da 1984’te karar kılar. Sonradan, romanına 1984 yılını tarih biçmesinin nedenini yakın dostu, yazar Julian Symons’a açıklarken, “Kitabın yazımını 1948 yılında tamamladığım için, 1948’in son iki rakamının yerlerini değiştirmeye karar verdim” diyecektir.

Bir distopya olan 1984’ü çeviren Celal Üster “Bana kalırsa, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, kuşkusuz insanlığı bekleyen bir total totalitarizm tehlikesine karşı edebiyatın bağrından yükselen bir uyarı çığlığıdır. Ama aynı zamanda, günümüz toplumlarında gücü elinde tutmak, iktidarı sürdürmek uğruna uygulanan yönetsel, dinsel, dilsel, ulusal, budunsal, ahlaksal, eğitsel baskılar, zorbalıklar, dayatmaların karanlığı içinden kulağımıza çalınan bir sis çanıdır.” der.

“Acı çektirerek. Boyun eğmek yetmez. Acı çekmiyorsa, kendi iradesine değil de senin iradene boyun eğdiğinden nasıl emin olacaksın? Hükmetmek, acı çektirmekle ve aşağılamakla olur. Hükmetmek, insanların zihinlerini darmadağın etmek, sonra da dilediğin gibi yeniden biçimlendirerek bir araya getirmekle olur. Nasıl bir dünya yaratmakta olduğumuzu anlamaya başladın mı şimdi?”

Sipariş için buraya tıklayın.

 



Kapat